ALLAHAISMARLADIK

ALLAHAISMARLADIK

Soyu tükenmiş bir yalnızlığın içinden bakıyorum aynalara… 

Kristal vazolar kırılıyor masada. Kapıda boğuk bir ses “öldürme, öldürme…” öldürüyorum… 

Mevsimini şaşırmış göçmen kuşlar gibi kalbim. Nerede yaz?.. Nerede kış?.. Şaşırmışım, şaşmışım… Bilmem ki neredeyim?.. Nasıl tarif edeyim?.. Ellerim, yüzüm, kaşım, gözüm buz tutmuş. Kafamın üstü beyaz bulutlar içerisinde yere doğru gömük… 

Bir savaş alanındayım. Atların nal ve boğuk sesleri yükseliyor meydanlardan. Kılıcım ve kalkanım yok… Oklar geliyor üzerime üzerime… Birden uzanıyorum kanlı yere… Avuçlarım, göğsüm ve ellerim kan içinde…

   Esrarengiz bir gece, tüylerim diken diken. Hava buz gibi. Üşümek mi?.. Güldürme donuyorum şimdi… Kaç gece geçti, kaç gün kanlı yerde?.. Bilmiyorum… Hangi cellat, hangi kılıçla kesti şah damarımı?.. Bilmiyorum… Biliyorum… Kestiler hepsi bu… Şimdi?.. Şimdi ölüyorum… 

Külüme üflüyor poyraz. Uçurum ağzı tutunmalardayım toprağa. Ellerim acıyor, ellerim kan içinde… Gövdemde yüzlerce ok, nişangah benim… Atların yeleleri ve gecenin alacası toza toprağa belenmiş. Oluk oluk kandan çamurlar akıyor yalnızlık senfonime… 

Soysuz bir gece ve alabildiğine istilalar… Rüyalar konuşmuyor anne ve rüyalarım çiğneniyor savaş meydanlarında. Gücüm yetmiyor, dermanım sende anne… Son bir kez, sen üfle külüme, ne olur anne, ne olur… 

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ım bu nasıl bir bilmece?.. Uyudun, uyandın yoksun… Tarifi olmayan bir karanlık içindeyim. Bedeli kalbim olan yıllarımın günahı nedir?.. Bu yoksul zamanlarımın vebali nedir?.. Ne olur Allah’ım, ne olur gökten bir haber indir ve yaşadığım binlerce soysuz geceden arındıracak, sonsuzluk şerbetinden içir… 

Mavişim, kan kırmızı, beyazım kara olmuş. Yeşilim sararmış solmuş. Ne anam sormuş, ne babam… Rüyalarımda soyu tükenmiş binlerce yalnızlığı ezberlemişim. Şimdi?.. Şimdi yazıyorum alabildiğine karanlık bütün yıllarımı. Soysuz geçen onca zamanımı ve korkudan değil, kimliğimin hak edişini sorgulamaktan tir tir titriyorum. Bir yalnız senden korkuyorum Allah’ım…

 Anne, anne, anne… Bak ben bu defa gerçekten gidiyorum. Ağlamak yok. Susmak…Bilmem ki… Sen susar mısın anne?.. Susmazsın… Sen sussan yüreğin susmaz… Ağlama anne… Gidiyorum diye karalar bağlama . Bak ben her gece, doğduğum günden bugüne hep ağlıyorum. Rüyalarımda durmadan senle vedalaşıyorum. Kalbime sor sen bir, nicedir oğlunun hali?.. Nicedir bu gidişin bedeli?.. 

Gözlerim kör olsun anne, üzdüysem. Dilim tutulsun kırdıysam. Ellerim kırılsın anne bir kere yanlış yazdıysam. Ben her gün biraz daha ölürken siz yoktunuz anne… Ben duvarlarla konuşurken siz yoktunuz anne… Ve şimdi bindim o Kaf dağının arkasına götürecek olan taya, dolu dizginim sen merak etme anne… 

Eğer bir gün dönmezsem geriye, sokağa bakan o karanfil dolu saksına, külümü ek anne… Bil ki ben bin kez doğar, yine senin o sımsıcak avuçlarına konarım anne… 

Şahin bakışlın Allahaısmarladık diyor anne…

 ALLAHAISMARLADIK… 

ALLAHAISMARLADIK…

Powered by Froala Editor